16 Ekim 2012 Salı

bana yeteri kadar büyük bi kaldıraç verin bişey deniycem

uzun zamandır hikayeleştirmediğim bir şeyler yazmamıştım ama içimi dökme ihtiyacını tam da şu anda mesai ortasında hissediyorum.

sinir bozucu bir ekim yaşıyoruz, yaz ekimde takılı kaldı sanki terkedip de akılda kalan bir sevgili gibi. havaların bozmasını bu kadar çok istememe bazen ben de şaşıyorum. ama huzur veriyor bana gökyüzünün grisi, bulutların o ağlamaklı bakışı, dev bir aynada kendime bakıyormuşum hissi veriyor. kendime bakmayı çok sevdiğimden değil ama...

hiç değilse tanıdık.

duygusal açıdan üzerine basılmış ama ölmemiş bir böcek gibiyim, arada sırada saçma sapan bi uzuv kıpırdar ya hani, öyle oluyor. birini çok beğeniyor ama kendimi ondan soğutmak için kulplar takıyor da olabilirim bilmiyorum. ama bir şekilde dizginlemem gerektiğini hissediyorum.

bencilce, ahmakça ama öyle ihtiyacım var ki sevilmeye bu aralar -kimin yok ki- ilgi odağı olmak sevgiden bayıltılmak istiyorum. düşünmeden gülmek, saatlerce sevişmek bütün duyguları limitlerine kadar tatmak... bunlar aklımdan ışık hızında geçiyor ama nereden başlayacağımı bilemeyip, gidip kendime bi çay koyuyorum,

en azından bunun doğru bir başlangıç olmadığı kesin...

kelimeleri dizmeye pek uğraşmıyorum, zihinsel bi patlama şu anda yaşadığım. anlamış olmalısınız ki yalnızlık hissim beni karşısına almış, kollarımı bağlamış sağlı sollu tokatlıyor.

uzun süre hissedemiyorum hiç bir duyguyu. mutluluk, üzüntü, umut,kahkaha, gözyaşı öyle karışık öyle çabuk geçiyor ki benliğimden bedenim tepki bile veremiyor.

istifamı verdim birkaç gün önce, yeni bir iş belki bir kaç ay sonra yeni bir ev... anadolu yakasında tutmayı planlıyorum -yeni bir kıta- ne kadar etkili olur acaba ben eski kalmaya devam ederken bu yenilikler...

şaka bir yana 2 ay sonra 31. yaşıma gireceğim. hayatı otuz yıllık periyotlara böldüm aklımda, ikinci otuz yıllık periyodun daha iyi olmasını ummaktan başka seçeneğim yok. ilkinde öğrendiklerimin bu seferkinde beni mutlu edeceğini umuyorum.

peki ya aşk ? her seferinde daha yoğun sevebiliyor, daha acemi olabiliyorum bunu farkettim...

ah, bazen sadece uyumak ve hiç tanımadığım bir hayata uyanmak istiyorum. adımı bile bilmeyeyim mümkünse.






7 Ekim 2012 Pazar

babanemi özledim...

1932-2011



yarın gidişinin yıldönümü babane, ne çok özledim balkona çıkıp adımı çağırmalarını...

bugün ekmeğe salça sürüp yedim babane, hani biz dışarda koştururken al şunu ye diye elime tutuştururdun ya çocukken...  ısırdıkça çocukluğumu hatırladım her lokmasında. karlı havalarda bir leğen sıcak su getirişini ayaklarımı ısıtayım diye... bulmacaları çözüşünü hatırladım, eskiyi atmaya kıyamayışını, her düğün davetiyesini saklayışını, gazetelerden kupon kesişini, bana ördüğün kahverengi kazağı, tertemiz sabun kokan kucağını hatırladım...

seni ne çok severmişim de bilmezmişim babane,
belki seni üzmüşümdür ters cevaplar vermişimdir diye aklımı zorladım. ergendim aptaldım seni üzdüğümde babane, sen hep dualar ettin, hep el üstünde tuttun ilk gözağrım torunum diye sevdin. kızamadın bile bana değil mi...

şimdi filyosa gittiğimde bakıyorum bahçene, yaban otlar kaplamış. balkonunda çiçekler yok eskisi gibi, diktiğin gül fidelerine bırakmışsın sanki gülümsemeni. geçerken bakmadan edemiyorum, senin elin değdi sen bıraktın onları... tam da kapı girişine, torunlarını karşılasınlar diye.

nur içinde yat babane, sen gördüğüm her gül goncasında, tattığım her bahçe domatesinde, biberinde, ben seviyorum diye alelacele yaptığın pancar turşusunda, her çilek reçeli kokusundasın artık.

yine de çok özledim babane...