16 Kasım 2011 Çarşamba

Birşeyler yazayım dedim ama, yazılmışı vardı.

Bir aşk için yapabileceğin her şeyi yaptığına inanıyorsan ve buna rağmen hala yalnızsan,için rahat olsun. Giden zaten gitmeyi kafasına koymuştur ve yaptıkların onun dudağında hafif bir gülümseme yaratmaktan başka hiçbir ise yaramayacaktır.

Sen kendini paralarken o bahaneler bulmaya hazırdır. Hani ağzınla kuş tutsan "Bu kuşun kanadı neden beyaz değil?" diye bir soruyla bile karşılaşabilirsin.Yaptıklarınla değil yapmadıklarınla yargılanırsın her zaman.

Bu mahkemede hafifletici sebepler yoktur. İyi halin cezanda indirim sağlamaz. Sen,"Ama senin için şunu yaptım" derken o,"şunu yapmadın" diye cevap verecektir. Ve ne söylesen karşılığında mutlaka başka bir iddiayla karşılaşacaksındır.

Üzülme, sen aşkı yaşanması gerektiği gibi yaşadın. Özledin, içtin,ağladın,güldün,şarkılar söyledin,düşündün,şiirler yazdın."Peki o ne yaptı"deme.

Herkes kendinden sorumludur aşkta. Sen aşkını doya doya yaşarken o kendine engeller koyuyorsa bu onun sorunu. Bir insan eksik yaşıyorsa, ve bu eksikliği bildiği halde tamamlamak için uğraşmıyorsa sen ne yapabilirsin ki onun için?

Hayatı ıskalama lüksün yok senin. Onun varsa, bırak o lüksü sonuna kadar yaşasın. Her zamanki gibi yaşayacaksın sen. "Acılara tutunarak" yaşamayı öğreneli çok oldu. Hem ne olmuş yani, yalnızlık o kadar da kötü bir şey değil...

Sen mutluluğu hiçbir zaman bir tek kişiye bağlamadın ki... Epeydir eline almadığın kitaplar seni bekliyor. Kitap okurken de mutlu oluyorsun unuttun mu? Kentin hiç görmediğin sokaklarında gezip yeni yaşamlara tanık olmak da keyif verecek sana. Yine içeceksin rakını balığın yanında. Üstelik dilediğin kadar sarhoş olma özgürlüğü de cabası.

Sen yüreğinin sesini dinleyenlerdensin ve biliyorsun asıl olan yürektir. Yürek sesi ne bilmeyenler, ya da bilip de duymayanlar acıtsa da içini unutma; yaşadığın sürece o yürek var olacak seninle birlikte. Sen yeter ki koru yüreğini ve yüreğinde taşıdığın sevda duygusunu. Elbet bitecek güneşe hasret günler. Ve o zaman kutuplarda yetişen cılız ve minik bitkiler değil, güneşin çiçekleri dolduracak yüreğini...

Nazım Hikmet / (Tahir ile Zühre...)

8 Kasım 2011 Salı

bazen sadece susmak gerekir...

kötü bir rüyanın küçük parlamaları gibiydi. Yağmur yağıyordu, insanlar akıyordu. Korna sesleri, kahkaha sesleri, polis anonsları, yağmurun yere çarptığında çıkardığı ses birbirine karışıyordu. Lütfen gitme diye avaz avaz yankılanıyordu içimde bir ses, ama bir türlü ağzımı açıp söyleyemiyordum...

Gitmek isteyene gitme demek anlamsız geliyordu... öylece birbirimize dokunmadan, bakmadan, yürüyorduk. Şemsiyesinin altındaydı. Bulutlar içimdeki yangını serinletmeye çalışarak saçlarımdan enseme damlalarıyla süzülüyordu... "ıslanmak istiyorsun galiba" dedi duygusuz bir tonla. Sadece birkaç gün önce "seni çok özledim" diyen kadın olduğuna inanmak zordu. Yutkunarak; "farketmez" diye çıktı dudaklarımdan. Başkalarının sesleri arasında sessizce yitiyorduk...

Artık ayrılıkla aramızda ki son engel bir kırmızı ışığın içinde sürekli değişen rakamlardı ve aşktan geriye 14 saniye kaldığını gösteriyordu...

Etrafa bakıp olan bitene anlam vermeye çalışıyordum ne de olsa anlam aramak insanın doğasında vardı. Ama o an bizi ayırmayacak herhangi bir şey olmasını ümitsizce beklemekten başka bir şey yapamıyordum. Belki üzerime bir yıldırım düşse, bir araba bana çarpsa, belki bırakıp gidemez beni ve bu konu burada kapanır, belki kalbim dışında bir yerlerim kırılırsa her şey yoluna girerdi ha?

saniyeler düşüncelerimden daha hızlı davranıyordu ne olduğunu anlamadan.
3...2...1 ve yeşil ışık ayrılığa yandı...

karşıya geçtik. birbirimizin yüzüne baktık. sarıldı bana birden...
saçlarının güzel kokusu burnuma geldi. saniyenin binde birinde o kokuyu ne kadar çok sevdiğim geçti aklımdan, yastığımda hep kalır ve uyandığımda hayatımda olduğunu hatırlatırdı. Kokusunun ellerime sindiğini ilk farkettiğimde, ellerimi yıkamamak için nasıl çabaladığımı düşündüm...

"hoşça kal" derken güzel gözlerinden yaşlar süzülüyordu, izlediğim aşk filmlerinin ayrılık sahnelerinden bir farkı yoktu. Ama o filmlerde son anda esas kız, esas oğlana sarılır öper ve birbirlerini bırakamazlardı...

bizde böyle olmadı...

1 Eylül 2011 Perşembe

ya öyle değilse ?

sen farkına şimdi varabilirsin belki, ya da sonra varacaksındır, belki de hiç fark edemeyecek kadar şanslı(sız)sındır. her şey yanlış gibi görünse de doğrudur aslında bazen, ve bazen doğru göründüğü halde yanlıştır, belki aslında görmüyorsundur bile. çok fazla şey düşünür o kadar az konuşursun ya da çok konuştuğunu düşünür az olduğunu sanabilirsin de. bütün mesele farkındalığının üstesinden gelebilmek midir?, deniz neden mavidir, su neden ıslak? mantıksızlığına mantıklı masallardan kılıflar dikebilmelisindir. ya da sadece uyusan yarın farklı düşünürsün belki, yoksa düşünmez misin? ZZzzzz .

24 Temmuz 2011 Pazar

üç geçmiş bir geleceği götürür...

yeni bir sayfa açmak klişesini denediğiniz hayat evresinde genelde başınıza gelen bir durumdur bu.

tam herşeyi yoluna koyduğunuzu düşünürsünüz, herşey harikadır. hatta normalden öte iyidir. son bilmem kaç yıldır böyle iyi hissetmemiş, böyle güzel zamanlar geçirmemişsinizdir.

hatta içten içe korkarsınız bu kadar sorunsuz olamaz diye.

işte o anda birden bire sizin zihninizin derinliklerinde kaybolmuş geçmişinizin saçmasapan -bu muhtemelen aklınızın ucundan bile geçmeyen bir cümleniz/hareketiniz olacaktır- bir parçası o yolunda giden şeylerin bir anda boka sarmasına sebep olabilir.

aslında ne olduğunu anlamadan, kendinizi daha önce yapmış olduğunuz ve alakasız bir durum için savunmak zorunda kalabilirsiniz. savunmanız gerektiğinden de emin değilsinizdir aslında... ama evet öyle bir bok yemişim ne yapabilirim ki artık diye de düşünürsünüz.

suçlu musunuzdur gerçekten ? daha önceki davranışlarınızın doğru veya yanlış olması neyi değiştirir ki şu anda doğrusunu yapabiliyorsanız ?

ya birgün bu doğrunuzu da başka birinin sorgulayacağı duruma düşerseniz ?
kaç süzgeçten geçirebilirsiniz ki her davranışınızı ? o an ileride hesaplanmadan karşınıza çıkmış fırsatları değerlendirerek oturttuğunuz düzeninizi yitirebilme tehlikesiyle burun buruna gelebilirsiniz...

bu korkutucu gerçekten.
çok düşünmemeli galiba. ben bugünki adamım. dün yaptığım şeylerin hata veya doğru olduğunu nereden bilebilirim ?

yarın çıkan şeyler bunu belirlerken yani...

neyse.

13 Mayıs 2011 Cuma

Hangi insan yapmıyor ?

Hangi insan yapmıyor ?

kendi doğrularını doğru kabul edip diğer insanları hayatı
bilmemekle, boş bir hayat yaşadığını sanmakla suçlamıyor ?

bunun bir ölçütü var mı ki ?

hayatmetre mi?

nedir bir insanı hayata doğru baktığına inandıran şey ?

eserler bırakmak mıdır ? başka insanları etkilemek midir ?, bir
amaca inanıp peşinden gitmek midir ?

doğruyu kim belirliyor ? adalet kavramı nedir ?

toplumsal olarak ayıp, ya da suç saydığımız şeyler var,

birbirimize zarar verdiğimizde çeşitli yasalarla bunu
engelleyebiliyoruz. medeniyet diyor binlerce kural koyuyor, sonra
bunları yapmanın "doğru" olduğunu sonucuna varıyoruz.

ben de bu kurallar içinde yaşıyorum, ister istemez kalıplarım var.
düşünceleri, kalıpları delmek demek, başka kalıplara girmekten başka
bir anlam taşıyor mu peki ?

bir an buna inanıyorduk, sonra şuna inanır olduk...

birilerinin düşüncelerinin doğruluğuna inanmak, o düşünceleri doğru
yapıyor mu gerçekten? hangi fikir sadece senin??

bilinen 15 bin yıllık modern insan tarihinde fikirler fikirleri
oluşturmadı mı ?

emin olduğumuz herkesin ortak görüşü belki de bir tek "insanlara
bilinçli zarar vermek/öldürmek kötüdür".

Ya bazıları kendini insanları öldürerek yardım ettiğine
inandırmışsa ?

ne düşünürseniz düşününün sizin kendi doğrunuzdur. mutlaka birinin
başka fikri olacaktır. başka fikirlere sırf size yanlış geliyor diye
kızmak da ahmaklıktır.

5 milyar olduğu tahmin edilen dünya tarihinde, 15 bin yıldır varlığı
bilinen insanın kendini bir bok sanması çok komiktir.
5 milyar dedikleri zamanın 3 milyarında dünya soğumuş yaşanacak bir
hal almış olsa bile, 2 milyar yıllık organizma geçmişinde,15 bin
yıllık bilinen insan tarihi, düşüncesi, eseri, bir göz kırpma zamanı
kadardır...

2 milyarın büyüklüğünü anlamanız için şöyle söyleyeyim, saniyede bir
rakam saysanız 2 milyara ulaşmanız 65 yıl civarı sürer.

insan hayata anlam yüklemek zorunda hisseder kendini, "boşuna
yaşamıyoruz, hayır hayır öyle değil" demek, anlamlı birer canlı
olduğumuzu düşünmek isteriz, bu lanet mi lütuf mu çözebilmiş
değilim.

bu hayatın bir anlamı olmasının sebebini de öldükten sonraki
yaşama bağlarız, burada iyi bir insan olduğunuz için öbür tarafta
ödüllendirileceğinize inanırız, nihayetinde bir amacın peşinde
koştuğumuzda faydalı hissederiz, bu din ya da siyaset olabilir.

hayaletlere inanmamak için onlarla ilgili yazılmış kitapları okumaya
ihtiyacınız yoktur bu arada.
şimdi gidin bişeyler başardığınıza inanın isterseniz.
ben heykeller yaptım, medeniyetler kurdum, dokunmatık cep telefonu
icat ettim deyin sevinin, yaşamın bir amacı olduğuna inanın. ama
ne olursa olsun, yine sizin, sizin için kurgulamış olduğunuz mesleklerden veya
yaşamlardan birini seçip, sonunda hayata gözlerinizi yumacaksınız,
öbür tarafta birşey var mı ? meçhul.

bütün bunlar "bence".

düşüncemi ister beğenir ister beğenmezsiniz, "bence" subjektiftir.
(bazıları birilerinin "bence" yorumlarına katlanamaz, sığlık olarak
algılar, sanki hayatında hiç sırrı yokmuş. bay/bayan doğruymuş gibi)

ve "bence" rolünüz ne olursa olsun mutluysanız kendiniz için doğru
olanı yapmışsınızdır.

dünya'yı evrende birey olarak hayal edersek siz sadece bu
yüzbinyılın modası olabilirsiniz, topluca yok olacak ve nasıl olsa
bunun önüne geçemeyeceksiniz.

bol bol gülümseyin, 15 bin yıldır birbirinize bok atıyorsunuz
sıkılmadınız mı ?

18 Nisan 2011 Pazartesi

bi an çok mutlu oldum... sonra geçti.

gri istanbul, nisan yeşilini bile teslim aldı bugün. ben mi ?
ben bazen iyiyim, bazen kötü, olan biteni kendime anlatmak için benzetmeler yapmam gerekiyor bazen.

benzetmeler konusunda da oldukça iyiyim, bir kaç cümle daha yazmaya devam edebilirsem muhtemelen onlardan birkaç tane görürsünüz.

karamsar değilim bugün, sadece çok yorgun ve biraz da üzgünüm sanırım. kıştan bahara geçiş arasında yaşanılan bir "jetlag" durumu olsa gerek... -bakın benzetme şahane-
kendime dışarıdan bakmaya çalışıyorum.

kalbim kırıldığında nasıl davrandığımı farkettim son bir kaç haftadır. çok takmıyormuşum gibi ama gerçek mi bu yoksa beynimin kendi telkinlerime verdiği tuhaf bi reaksiyon mu bilemedim.

birinin beynimizde "aşk" dedikleri şeyle başlattığı kimyasal tepkimeyi daha sonra onun sevdiği şeyler de tetiklemeye başlıyor.

sevdiği bir şarkı, ya da bir koku, bir renk.

hava gri olduğu için ben de griyim, ben gri olduğum için hava da öyle.

neyse müzik dinleyelim.

3 Nisan 2011 Pazar

mutluluk sadece 49 kupona!

bir kere sorular sormaya başladığınızda, cevaplar değil belki ama başka sorular çorap söküğü gibi -bu tabiri kullanabildiğime sevindim - geliyor.

bir sürü amaçlar dayatılmış, çoğunluğun normlarımızı belirlediği saçma sapan bir hayatta geçerli tek amaç iyi hissetmek olmalı.

belki de o yüzden belgeselleri bu kadar çok seviyorumdur.

deli gibi belgesel izliyorum, daha kaliteli izlemek için HD yayın bile aldım, hatta bir gazetenin -ki nefret ettiğim bir gazete, yandaş medya! ama nasıl olsa vergilerim bunlara peşkeş çekiliyor kurtarabildiğim kardır diye avutuyorum kendimi- 30 dvd belgesel seti veriyor diye kuponlarını bile biriktiriyorum.

kafamda oluşan saçma sapan soruları unuttururken, daha karışık daha saçma sapan olanlarını sorup, cevaplamaya çalışıyorlar diye belki.

kupon kesmek güzel ama, çocukluğumda yapmıştım sanırım en son...
pür dikkat çizgi ve yarım makasla işaretlenmiş yerlerden kesiyorum.
muhtemelen larousse ya da brittanica setlerinden biri içindir. biriktirdiğim küçük kağıt tomarı görüp mutlu oluyordum o zamanlar. yine bakıyorum, hala güzel bir duygu...

çocukken 4-5 cilt ansiklopedi okuyup bitirdiğimi hatırlıyorum, mors alfabesini ezberleyip ortaokulda kopya girişimlerimde kullanmıştım hatta..

gazeteler de national geographic belgesel dvdleri veriyorlar şimdi... bilişim çağına uydular...

şimdi yazdıklarımı geriye dönüp tekrar okuduğumda, sanki nefesimi tutuyormuşum da birden bırakmışım gibi hissettim.

kafamda saçma sapan dönen binlerce düşünce arasından çıktı bu kelimeler, sanırım biraz özen gösteriyorum her zaman yazdığım şeyleri tekrarlamaktan kaçınmaya...

ama kalbi kırık herkesin saçmalamaya hakkı vardır, kupon biriktirmeye de hakkı vardır.
kocaman belgeseller izleyip kendini küçücük hissetmeye de...

keşke beni uzaylılar kaçırsa...
biraz çilek belki...
biraz da pudra şekeri.
sonra da uyku.

9 Şubat 2011 Çarşamba

kin tutamam ki ben...

ben küserim bazen, kimselerin haberi olmaz...
haber vermeden küser beni anlamalarını beklerim, özür değil de belki... mahçup bi bakış, omzuma bir gönül alma teması, ne bileyim.

bazen kendime küserim. hayata, martılara, denize, okumaya çalıştığım kitabın en ilginç paragrafındayken sokakta korna çalan itoğluite küserim.

sonra bir gün güneş açar ya da aksine hava olabileceği en gridir, güzel bir kız gülümseyerek yanımdan geçer. ılık bir meltem ya da keskin soğuk bir rüzgar yüzümü okşarken....
beşiktaş iskelesinde kağıt bardakta dandik bi kahve yudumlarken barışırım hepsiyle.

20 Ocak 2011 Perşembe

kaçan kovalanır ?

ayın etrafımda 10585. kez döndüğü gün. ben de güneşin etrafında 29. kez döndüm...

3 Ocak 2011 Pazartesi

bu dünyada "yaşar" ve birilerine "güvenir"iz

bu sabah işe gelirken bundan 32 yıl öncesinin melodileri kulağımda, hayallerimi siyah beyaza çeviriyordu...

evini özleyen uzaylı ♥


1 Ocak 2011 Cumartesi

01.01.2011

sevgili blog,

dün yeni bir yıla girdik, bir arkadaşımın evinde yapılan organizasyon saat 1 den sonra çekilmez bir hal almaya başladı, çok sıkıldığım halde, hoş bi kızın kendi halinde oturuşunu izlemek için iki saat daha sarhoş insanların sırnaşmasını kaldırdım...

cinsimin güzel bir kız ve yeteri kadar alkol kombinasyonuyla atmayacağı takla yok cidden, bir tek ben vardım kıza yazmayan.

bunu övünmek için söylemiyorum kıza yazamadım demek daha doğru... fırsat bulamadım
sisli bi gecede sokak lambasının etrafındaki fırıldak salak kelebekler gibiydik hepimiz... (:

şaka bir yana...

nasıl bakılası varlıklarsınız nasıl bir zarafettir o ki, o hengame ve sarhoş arkadaşlara bile tahammül etmeye sebebiyet verebiliyorsunuz...

ah keşke bi bakış yakalayabilseydim.

erkek olmayı sırf karşı cinsten etkilenmem doğal olarak karşılandığı için bile sevebilirim (:..
bi de ayakta işemek büyük kolaylık cidden. ama prostat olma riskini yükseltiyormuş. (bkz. güzel olan herşey zararlı/ayıp olma ihtimali taşır.)

aklım hatun kişide kalmadı desem yalan olur netekim. :/ karışık oldu bu....

eveet, yılın envanterine baktığımızdaaa

sadece 2 iş değiştirmişiz.

güzel son işimizde 7. ayın içindeyiz
  • büyük bir sorun yok,
  • iş yoğunluğu çekilir düzeyde,
  • arkadaşlarla iletişim yüksek,
  • kendini geliştirmede sıkıntıı yook.
  • eğlenerek çalışıyorum falan fişman.
2009 da iş değiştirme sayısı 6 idi eğer bunu azaltmayı başarı olarak algılamamız gerekiyorsaaa
%70 in üzerinde bir başarı/performans sergilemişiz güzel..

aşk hayatımıza baktığımızdaaaa 2009 yılında bu oran "%0" iken 2010 yılında da "%0" pek bi gelişme olmamış... olsun eksiye düşmemek de bir başarı sayılabilir. (bkz. Pollyanna : happiness guide for idiots) unutmayalım ki "hiç"e tamah etmeyen çoğu "hiç" bulamaz.

Yılbaşının kesinlikle aile, çok çok yakın, huyu suyu bilinen arkadaş/kuzen çevresiyle kutlanması gerektiği gerçeğiyle yüzleştim... alkol şişede durduğu gibi durmuyor dedikleri kadar var...

Ah evet bir de gündemimiz doğum günüme 19 gün kalmış olması, ben doğduğumdan beri dünya güneşin etrafında 29, ay ise dünyanın etrafında 10585 kez dönmüş olacak o tarihte.

aslında doğum günü kutlamak biraz tuhaf olabiliyor. hep düşünürüm hani bir ödül sana veriliyorsa daha önce kimlere verilmiş bir bak...

bi müzisyen olsaydım, daha önce serdar ortaç a verilen bir ödülün bana verilmesini büyük tepkiyle karşılar hatta almazdım misal (...

ama tanıyabileceğin en gerizekalı adam da milyonlarca sperm içinden birinci geldi (: herkesin varlığının ilk ve belki de hayatta tek başarısı olduğu için mi kutluyoruz acabağ ?

her neyse bu şey geçen yılın envanterinden çok varoluşu sorgulamaya gitmeden keseyim.
iyi varsın blog.


kalın sağlıcakla.!

buyrun yılbaşı tatlısı, 9gag.com özel