18 Ekim 2009 Pazar

bu cümleler çok tanıdık geldi...

Murathan Mungan'ın Boyacıköy'de kanlı bir aşk cinayeti öyküsünden...

Bu cümleleri okurken, aynaya bakıyormuş gibi hissettim.

"Kirli beyaz buruşuk pardösüsünün ceplerinde ellerini taşıyarak sokağın yokuşunu inen Genç Adam mutsuz hüzünlü ve karamsardı...

Geleceğini ve geçmişini ince bir sızıyla düşünüyordu...
Yanlış maceralarla olmadık yanılsamalarla bunca yıl avutulamamış olan içindeki o sızılı boşluk, boğazın pusu nemli sokak taşları onarılmaz sonbahar uzakta İstanbul sesleri ve hayatları her şey her ayrıntı keder veriyordu ona...

Elleri zaman zaman metalin kara soğuğuna değiyor ürperiyordu. Sırtından bacaklarının arasına doğru ince bir üşüme geçiyordu.

Durağa inmek için yan sokaklardan birini döndü. Denize ve durağa inen o uzun sokağa çıktı. Karşısında kalın mavi bir çizgi olarak deniz duruyordu. Dalgalanarak duruyordu...

Bütün deniz benzetmeleri tüketilmişti. Bunu düşündü. Denizi anlatmaya hiçbir şey yetmiyordu artık. Deniz için tasarlanmış hiçbir sözcük hiçbir benzetme hiçbir imge insanları heyecanlandırmıyordu...

Yalnızca denizi mi? Hangi coşku hangi sevda hangi çağsama sözcüklerden geçerek başka bir yüreğe başka bir duyarlığa sızabiliyordu artık? Dünyada çok büyük bir yangın çıkmıştı ve bu yangında ilk kurtarılacak olan kendi hayatıydı.

Ama nasıl olacaktı bu? ya da olası mıydı? Herkes denizlerini tüketmişti. Telefonlarını tüketmişti. Hayatımızdaki her şey sürüncemede kalmıştı. Bu yüzden hiçbir şey tat vermiyordu.

Geçmişin olanca görkemi ve sızısıyla birbirine açılan bu sokaklarda yürürken bunları düşünüyordu. Bütün takvimleri ve tarihleri birbirine karıştırarak düşünüyordu... "

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder